Mindfulness eğitiminde* tanıştım ilk kez 'zor olanla kalma meditasyonu' ile. Eğitim esnasında birden fazla kez deneyimledik bunu, sadece en sonuncusunda gerçekten zor olanla o anda kalabilmeyi başardığımı hissettim ama hayatın içinde bunu ne kadar başarabileceğimden hiç emin olamadım.
Sesli yönlendirmeli, rehberli bir meditasyon bu. Kulağında bir ses seni mevcut anın içinde nötr, hoşa giden ve hoşa gitmeyen ya da zor hislere ve bedendeki duyumlara bilinçli şekilde yönlenmeye davet ediyor. Ve sonra bir salıncaktaymışsın gibi, bir hoşa giden his, bir hoşa gitmeyen his arasında salınıyorsun. Her seferinde, nefese ve bu hislerin bedenki yansımalarına sanki dışarıdan bir gözlemciymişsin gibi bakmaya çalışıyorsun. Eğitim esnasında zor olan pek çok şey yaşadım, o yüzden onları tanımlamakta zorlanmadım. Fakat, zor olanla belirli bir mesafeden göz göze bakarak kalmakta çok zorlandım.
Eğitimin son haftasında ise, esas pratik buradan sonra başlıyor diye düşünmüştüm. Çünkü, alet çantan ne kadar geniş olursa olsun, eğer doğru zamanda doğru aleti o çantadan çıkaramıyorsan dünyanın eğitimini alsan elin hep boş kalır. O yüzden de arada açıp çantada neler var diye bakmak, aletlerin tozunu almak, belki bir boy sırasına dizmek, neye yaradıklarını hatırlamak lazım sanırım. Hayat akıp giderken bunu hakkıyla ne kadar yapabiliyorum, bilmiyorum. Hiçbir zaman aşırı düzenli, tertipli bir insan olamadım çünkü.
Sonra bu düşüncelerimin üzerinden çok geçmeden bir şey oldu. Yakın zamanda çok zor bir haber aldım. Almasam olmayacak, aldığım için memnun olduğum ama kalbimi acıtan, içimi yakan bir haber. İlk kez orada, tam da haberi aldığım anda hatırlayıverdim zor olanla kalma meditasyonunu. Bu kez kulağımda bir rehberin sesi yerine kendi sesim vardı.
Hemen sordu: Şu an, tam şu an ne hissediyorsun? Bu hissin bedeninde bir karşılığı var mı?
Hemen cevap verdim: Koccaman bir yumru boğazımı acıtıyor, kaşlarım ortada buluşmuş, gözlerimden süzülen yaşlar yanağımı ıslatıyor, kalbimin olduğu yer bir alev topu.
O an karşımda bir ayna olsa, bir çırpıda yüzümü okur, tanıyı koyardım: Üzüntünün de ötesinde bir duygu bu, ıstırap ya da Paul Ekman'ın deyişiyle** agony.
Böyle bir histen dönülür mü? O duygu salıncağına bu durumdayken binilir mi?
Elimi karnıma götürdüm, işte oracıkta hoşa giden bir his. "Nefes alıyorum, hala buradayım, nefes veriyorum sakinleşiyorum."
İçimdeki ses sordu yine: Peki tam şu an ne hissediyorsun?
Cevap verdim: İçimde yeşeren bir can var, onu düşününce bir küçük heyecan, bir tatlı huzur belli belirsiz geçiyor kalbimden.
Kalp aynı kalp. Az önceki alev topu, bir an sonra bir kelebeğin kanatlarına ev sahipliği yapıyor.
Sonra "yeniden dön" diyor ses, "az önceki zor olana yönel. Şimdi nasıl hissediyorsun?"
Boğazım yine zorda, bu sefer ağlamam durmuş ama, bir elim kalbimde, bir elim karnımda. Geçmiş orada, gelecek orada. Bense tam o anda. "Nefes alıyorum buradayım, nefes veriyorum kabul ediyorum." Zorun içinde bile, hep hatırlanacak güzellikler var. Hayat çünkü, tam böyle bir şey.
Zor olan hep zor kalmaya devam edecek belki. Bir sonraki sefere bu kadar taze de olmayabilir pratiğim, ama alet çantama daha bir gözüm gibi bakmaya söz verdim bir kere.
* Kıvılcım Kıran ile MBSR
** Emotions Revealed - Paul Ekman
Comments